.
  SORUMSUZCA SÖYLENEN SÖZLER
 

Sorumsuzca söylenen sözler
Sual: İnsanı küfre düşüren sözler hakkında piyasada birçok kitap var. Bunlara göre kim müslüman kalabilir! Bu kitaplardan bazılarını size gönderiyorum. İnceleyip, bu sözleri açıklar mısınız?
CEVAP
Küfür sözler konusunda piyasadaki kitaplarda, küfür olmayan sözlere de küfür damgası basılmıştır. Şimdi bu sözleri inceleyelim:

*
(Allah’ın oğlu gelse bu işi yapamaz. Yürü Allah yürü, ye Allah ye, uyu Allah uyu gibi sözleri söyleyen kâfir olur) deniyor.
Allah’ın oğlu demek, Allah şunu yapamaz demek elbette küfürdür. Fakat diğer sözlerin küfürle hiç alakası yoktur. Çünkü bunu söyleyen kimse, Allah yürür, Allah yer içer, Allah uyur demek istemiyor. Yolun uzunluğunu, bitip tükenmediğini bildirmek için yürümekle bitmiyor demek istiyor. Şarkılarda, türkülerde ve böyle sözler arasında Allah ismini kullanmak doğru değildir. Ama küfür de değildir. Küfrün ne olduğu dinin dört delili ile sabittir. Bunun dışında küfür olmaz. Bütün milleti kâfir yapmak da çok tehlikelidir. Müslümana kâfir diyenin kendisinin kâfir olacağı hadis-i şerifle de bildirilmiştir.

*
(En büyük Galatasaray, başka büyük yok diyen kâfir olur) deniyor.
Bunun küfürle ne alakası var? Kendi grubunda, yani futbolda en büyük demektir. En büyük Türkiye gazetesi desek, başka büyük yok desek, gazeteler içinde tirajı veya kalitesi en büyük olan demektir. En büyük TGRT demek de böyledir. Televizyonlar içinde en kalitelisi demektir. Hâşâ Allah’tan büyük anlamına gelmez. Zoraki böyle bir anlam çıkarmak çok yanlıştır. Böyle sözlerle bütün milleti kâfirlikle suçlamak ne kadar yersizdir.

*
(İslam dini akıl mantık dinidir demek çok yanlış bir sözdür) deniyor.
Bu ifadeyi kullanmak ne kadar yanlıştır. Kur’an-ı kerimin birçok yerinde (Akletmez misiniz, aklınızı kullanmaz mısınız?) gibi ifadeler çok geçer.

Peygamber efendimiz de buyuruyor ki:
(Kişinin dini, aklı ölçüsündedir. Aklı olmayanın dini yoktur.) [Ebuşşeyh]

(İnsanı ayakta tutan aklıdır. Aklı olmayanın dini de yoktur.) [Beyheki]

(Akıllı olmak, din işlerinde sevinç kaynağıdır.)
[İbni Asakir]

(Aklı doğru olmayanın dini de doğru olmaz.) [Taberani]

(Kişi, ilmi ve aklı sayesinde kurtulur.)
[Deylemi]

(Akıllı kimse kurtuluşa ermiştir.) [Buhari]

(Akıl imandandır.) [Beyheki]

İslamiyet nakil dinidir ve selim akla uygundur. Dinde aklın önemi büyüktür. Ancak yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip yanılan kimseye felsefeci denir. Aklın erdiği şeylerde ona güvenen, aklın ermediği yanıldığı yerlerde, İslam ışığı altında akla doğruyu gösteren büyük zatlara, İslam âlimi denir. Akıl göz gibidir. İslamiyet de ışık gibidir. Göz karanlıkta cisimleri göremez. Görmesi için ışık gerekir. Bunun için Hazret-i Ali, (Din, akıl ve görüş ile olsaydı, mestin üstünü değil de altını meshetmek gerekirdi) buyurmuştur.

*
(Ne biçim kaderim varmış, alnımın kara yazısı, adam ülkenin kaderini değiştirdi demek insanı imandan çıkarır) deniyor.
Halbuki İslam âlimleri, (Kaderin, hayırlısı, şerlisi, iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep Allahü teâlâdandır. Çünkü, kader, bildiği şeyleri yaratmak demektir) buyuruyorlar. Bir insanın başına kötü işler gelirse, (Kaderim böyle imiş, veya bu alnımın kara yazısıdır, ne kadar kötü kaderim varmış) demesinde mahzur yoktur. Çünkü hayır şer Allah’tandır. Fakat (Adam ülkenin kaderini değiştirdi) demek yanlıştır. Allah’ın kaderini kimse değiştiremez. (İntihar eden, Allah’ın kaderini değiştirir) diyenler de vardır. Bütün bunlar kaderi bilmeyen cahil kimselerin sözleridir.

* (Sözde müslümanlar, “ibadet ile Cennete girilmez, temiz kalb gerek, Allah kalbe bakar” derler) diyerek böyle kimselerin müslüman olmadığı söyleniyor.
Böyle söyleyen herkesi suçlamak yanlıştır. Çünkü Peygamber efendimiz, (Hiç kimse, ibadeti sebebi ile Cennete girmez) buyurmaktadır. Çünkü yaptığımız bütün ibadetler kabul olsa bile, bir gözümüzün şükrünün karşılığı bile değildir. Cennete, Allahü teâlânın lütfu ve ihsanı ile girilir. Lütfa ve ihsana kavuşmak için, imanlı olmak şart olduğu gibi, ibadete de ihtiyaç vardır. Bir insan ne kadar çok ibadet ederse etsin, ibadeti sebebiyle kendini mutlaka Cennetlik olarak bilmemelidir. Kulun vazifesi ibadet etmektir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Ben cin ve insanları yalnız bana ibadet etmeleri için yarattım) buyuruluyor.

Temiz kalb gerek demekte de mahzur yoktur. Çünkü Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kalb bozuk olunca, bedenin işleri de bozuk olur.) [Beyheki]

(Allah, sizin güzel suretlerinize, mallarınıza bakmaz. Kalb ve amelinize bakar.)
[Müslim]

Allahü teâlâ kalblerde olan ihlasa ve Allah korkusuna bakar. Amellerin, ibadetlerin kabul edilmesi için, yani sevap verilmesi için, hem şartlarına uygun olması, hem de ihlas ile niyet edilmesi lazımdır. Yani ibadetin kabul olması için, Allahü teâlânın rızası için yapılması lazımdır.

*
(Arşimet kanunu, Newton kanunu demek imanı zedeler) deniyor.
Allahü teâlâ kâinatta çeşitli düzenler yaratmıştır. Suya belli bir kaldırma gücü vermiştir. Bunu bulana onun ismini vermenin küfürle ilgisi olmaz. Suya kaldırma gücünü Arşimet veriyor denmiyor ki. Bunun varlığını Arşimet buldu deniyor.

*
(Kur’an okumak çok zordur demek bâtıl bir yaygaradır) deniyor.
Bilmeyene elbette zordur. Kimine yabancı dil, kimine matematik zor gelir. Zora zor demenin bâtılla, küfürle ne alakası vardır?

*
(Hele şu namazımızı kılalım da, rahat rahat çayımızı içelim diyenlerin akıbetleri çok feci olur) deniyor.
Bu ne kadar da yanlış bir ifade? Adam, namaza çok önem veriyor ki, (Önce şu namazımızı kılalım, namazı geciktirme endişesi ile çay içersek çayın tadını da alamayız, hele namazı kılalım çayı nasıl olsa içeriz) demek istiyor. Bu sözün neresi kötü ki? Âlimlerimiz, namaza mani olan işte hayır yoktur buyuruyorlar. Vakit girer girmez, önce namazı kılmalı, ondan sonra diğer işleri yapmalıdır.

* (İslam bir bütündür, tamamını alan ancak müslümandır) deniyor.
Bu söz izaha muhtaçtır. İtikadda öyle ise de amelde öyle değildir. "Ya, dinimizin bütün emirlerini yapıp, bütün yasaklarından kaçınmak veya hiçbirini yapmamak gerektiğini" söylemek, "Ya hep, ya hiç" demek çok yanlıştır. birkaç günah işliyorum diye, diğer günahları da yapmak gerekmez. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Bütün günahlara tevbe edip hepsinden kaçmak büyük nimettir. Bu yapılamazsa, bazı günahlara tevbe etmek de nimettir. Bunların bereketiyle belki bütün günahlara tevbe etmek nasip olur. "Bir şeyin bütünü ele geçmez ise, hepsini de kaçırmamalı" buyuruldu.)

*
(İbadet de gizli, rezalet de) diyenlere ateş püskürülüyor.
Halbuki hadis-i şerifte, (Kim, dünyada günahını gizlerse, Allahü teâlâ da, Kıyamette, o günahı herkesten saklar) buyuruluyor. (Müslim)

İnsanlardan utanarak günahı gizlemek de hayadandır. Haya da imandandır. Günah gizlenmezse, fasıklar bundan cesaret alır. (Falanca günah işliyor. Ben de işlesem ne çıkar?) diyebilir. Riya olmaması için ibadeti gizlemek caizdir. Onun için (Kabahat da gizli, ibadet de gizlidir) denmiştir. Bunun gibi atasözlerinin çoğu bir hadis-i şerife dayanmaktadır. (Haya elbisesine bürünenin ayıpları görülmez. Duyulunca hoşlanılacak şeyleri yap! Kimsenin duymasını istemediğin ve duyulunca insanların hoşlanmayacağı şeylerden kaç!) buyurulmuştur.

* Camileri siyasi arena haline getirmek isteyen bazı din cahilleri, (Emperyalist kâfirlerin “Camide dünya kelamı konuşmak günahtır” sözünü söyleyerek, Camiler, ziyaret yerleri, mevlit ve hatim merkezleri haline getirilmiştir) diyor.

Camilerin ziyaret edilmesi, mevlit okunması, hele hatim yani Kur’an okunmasına karşı çıkmak ne kadar çirkindir. Camide konuşmayı emperyalist kâfirler değil, Allah ve Resulü yasaklıyor. Camide konuşmak sevapları giderir. Hutbeyi bile nutuk çeker gibi yüksek sesle okumak haramdır. Camide konuşulmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mescitte dünya kelamı söyleyenin ağzından kötü bir koku çıkar. Melekler, "Ya Rabbi, bu kulun mescitte söylediği dünya kelamından dolayı, ağzından çıkan fena koku bizleri rahatsız ediyor" derler. Hak teâlâ da buyurur ki: "İzzetim, celalim hakkı için, onlara büyük bela veririm.") [Ey Oğul İlm.]

(Ahir zamanda bazı kimseler, mescitlerde dünyadan, dünya kelamından bahsedecekler. Onlarla beraber olmayın! Allahü teâlânın böyle kimselerle işi yoktur.)
[İbni Hibban]

(Hayvanların otu yediği gibi, mescitte konuşmak da sevapları yer, yok eder.)
[İ.Gazali]
Önce (tehiyyet-ül mescid) namazı kılıp veya başka ibadet yapıp, itikafa niyet ettikten sonra, hafif sesle ihtiyaç kadar konuşmak caizdir. İhtiyaçsız mescitte konuşulmaz.

*
(Bu mahallenin çocuklar ahlaksız) diyenlere de hücum edilerek, (Her çocuk mümin ve günahsız doğar) deniyor.
Çocuğun günahsız doğduğu doğrudur, fakat mümin doğar demek yanlıştır. Çünkü bir hadis-i şerifte (Kız çocuğunu diri olarak gömen de, gömülen çocuk da Cehennemdedir) buyuruldu. (Ebu Davud)

Kâfirlerin çocukları, akıl-baliğ olsaydı, mümin veya kâfir olacaktı. Bu ise ilm-i ilahide bilindiğine göre, büyüyünce ne olacaksa hüküm de ona göredir. Yani kâfir olacaklar Cehenneme, müslüman olacaklar ise Cennete gideceklerdir. Peygamber efendimize, küçük yaşta ölen müşrik çocuklarının durumu sual edildiğinde (Akıl baliğ olsalardı, ne amel işleyeceklerini Allah elbette bilir) buyurdu. (Buhari)

Bu kavli bildiren âlimler olduğu gibi, çocuklar günahsız doğduğu için kâfir çocuklarının da Cennete gideceğini söyleyen âlimler vardır. Fakat çocuklar mümin olarak doğar diyen âlim yoktur

*
(Can çıkmayınca huy çıkmaz) sözü yanlış deniyor.
Bu söz, gazap, şehvet gibi insanın fıtratında olan şeylerin tamamen yok edilemeyeceğini bildirmek için söylenmiştir. Şu hadis-i şerif de aynı mealdedir:
(Bir dağ yerinden ayrılmış denirse, tasdik edin. Fakat, bir kimsenin ahlakı değişmiş denirse inanmayın. Zira fıtri yapı değişmez.) [İ.Ahmed]
Terbiye etmek başka, yok etmek başkadır. Bir erik çekirdeği, ne elmadır, ne de eriktir. Bu çekirdek, toprağa konur, sulanıp gübrelenirse, erik ağacı olabilir. Bu ağaçtan da erik alınabilir. Bu ağaca ne kadar bakılırsa bakılsın, erik çekirdeğinden elma olmaz. İşte can çıkar huy çıkmaz bu anlamdadır.

*
(Kötü hava şartları demek korkunç bir hatadır) deniyor.
Bu da cahilliğin daniskasıdır. Zira hayır şer de Allah’tandır. Amentü’de bunu her zaman söyleriz. İyi havayı Allah yaratıyor da kötü havayı başkaları mı yaratıyor. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Her şeyi yaratan Allah’tır.) [Zümer 62]

*
(Çocukları camiye sokmayanlar var. Her cami avlusu, çocuk bahçesi haline getirilmeli. Caminin mimarisinde, edebiyatında, musikisinde hep fayda vardır. Bu faydalardan çocuklarımızı uzak tutmayalım) deniyor.
Halbuki, hiç zarar vermese de, camiye küçük çocuk getirmek mekruhtur. Zarar verir, kirletirse haram olur. Hadis-i şerifte (Camiye çocuk ve deli koymayın) buyuruluyor. (İbni Mace)
Musiki haramdır, harama helal diyen küfre girer.

* (Allah yazdı ise bozsun demek imanı yok eder) deniyor.
İrade-i cüziyye risalesi’nde buyuruluyor ki: İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:
(Kaza-i muallak, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duası kabul olursa, o kaza değişir). Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur.) Duanın belayı def etmesi de, kaza ve kaderdendir. Yani, o kimsenin dua etmesi de, takdir edilmiş ise, dua eder, kabul olunca, belayı önler. (Ecel-i kaza)yı da, iyilik etmek geciktirir. Fakat, (Ecel-i müsemma) değişmez. Ecel-i kaza, bir kimse, eğer iyi iş yapar, yahut sadaka verir, hac ederse ömrü altmış sene, bunları yapmazsa kırk sene diye takdir edilmesi gibidir. Vakit tamam olunca, eceli bir an gecikmez. Birinin üç gün ömrü kalmış iken akrabasını, Allah rızası için ziyaret etmesi ile, ömrü otuz seneye uzar. 30 yıl ömrü olan kimse de, akrabasını terk ettiği için, ömrü üç güne iner. Takdir, ezelde Levh-i mahfuzda yazılmıştır. Sonradan bir şey yazılmaz. Yani, Levh-i mahfuzda olacak değişiklikler ve ömürlerin artması ve kısalması da, ezelde yazılmıştır ki, buna kaza-i muallak denir. Allahü teâlânın kaderi, yani ezelde ilmi nasıl ise, Levh-i mahfuzdaki değişiklikler, ona uygun olur. (Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez) âyeti, (Ecel hazır olduğu vakit gecikmez. Fakat, ecel hasıl olmadan önce, sadaka ile, dua ile, amel-i salih ile, ömür uzar. Zira Fâtır suresinde, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması hep yazılıdır) buyurulmaktadır) dedi. Şu halde, Allah yazdı ise bozsun demek, eceli kaza ise Allah takdir etmesin demektir. Kaza ve kaderi bilmeyen cahiller böyle rastgele konuşabilir.

*
(Ben cahilim demek, cahiliyet devrini kabul etmek olur) deniyor.
Halbuki Peygamber efendimiz, (Âlimim diyen kimse cahildir) buyuruyor. (Taberani)
Hazret-i Şabi, (Bilmem demek, cahilliğini söylemek ilmin yarısıdır. Allah rızası için bilmediği bir konuda, susanın aldığı mükafat, bildiği konuda konuşanın aldığı mükafattan az değildir. Çünkü cehaleti kabul etmek nefse çok ağır gelir) buyuruyor. İmam-ı Gazali hazretleri, tevekkülün ikinci derecesini anlatırken buyuruyor ki: (Bu kelime-i tevhidin manasına, kalbin inanmasıdır. Bu inanış, ya başkalarından görerek, işiterek olur ki, bizim gibi cahillerin inanışı böyledir. Yahut delil ile, aklın ispat etmesi ile inanır. Din âlimlerinin, kelam ilmi üstadlarının inanması böyledir.)

Hikmet ehli bir zat, (Kötü sözlerimize dayanan, isteyene veren ve cahilliklerimize göz yuman bizim efendimiz) der. Ben cahilim demenin, ben cahiliyet devri itikadındayım demekle hiç bir ilgisi yoktur.

*
(Bekârlık sultanlıktır sözü yanlıştır) deniyor.
İslam’ın ilk zamanları evlenmek tavsiye ediliyordu. Peygamber efendimiz, (Evlenmek benim sünnetimdir, sünnetime uymayan benden değil) buyuruyordu. Fakat ahir zamanda bu durum değişmektedir. Çünkü Ebu Ya’lanın rivayet ettiği hadis-i şerifte, Peygamber efendimiz, (İkiyüz yılından sonra, sizin en iyiniz, hafifülhâz olandır) buyurdu. Hafifülhâz nedir, dediklerinde, (Hanımı ve çocuğu olmayandır) buyurdu. Bişr-i Hafi, Bayezid-i Bistami, Ebül-Hüseyn Nuri [ve Rabia-i Adviyye] gibi büyük âlimler bekâr idi. Hicretin ikiyüz yılından sonra gelenler arasında, bunların ve bunlar gibi olanların şeref ve üstünlüklerini, bu hadis-i şerif bildirmektedir. (İhya)

Ebu Süleyman-ı Darani hazretleri, (Bekârlığa dayanmak, ailenin çilesine dayanmaktan, onların eziyetine katlanmak, Cehennem ateşine dayanmaktan daha kolaydır) buyurdu.

*
(Millet din demektir. Bunun için Fransız milleti, Türk milleti denmez. Türk milliyetçisiyim demek de, Türkün dinindenim demek olur ki çok yanlıştır) deniyor.
Millet kelimesi çeşitli manalara gelir. Birkaçı şöyledir:
1- Din manasında kullanılır. "Millet-i İbrahim", "Millet-i Resulullah" gibi.
2- Ümmet manasında, bir din mensuplarının tamamına denir. "İslam milleti", "Yahudi milleti" gibi.
3- Topluluk manasına gelir. "Kâfirler tek millettir.", "Kâfir milleti zalimdir." gibi.
4- Sınıf, cins, taife manasına kullanılır. "Kadın milleti", "Şoför milleti" gibi.
5- Halk manasına kullanılır. "Bu millet, iyiye layıktır" gibi.
6- Kavim manasında kullanılır. Din, dil, tarih, gelenek, kültür, ideal ve vatan birliği olan topluluk demektir. "Türk milleti", "Arap milleti" gibi.

Milliyetçi demek, aynı dine mensup, aynı dili konuşan, ortak tarihi olan, aynı gelenekleri ve aynı kültürü olan, aynı ideale ve aynı vatana sahip olan kimse demektir. "Ben milliyetçiyim" demek yanlış olmaz. Kelimenin yalnız bir manasını düşünmek doğru değildir.

Millet kelimesini yanlış anlayanlar gibi, zaman kelimesini de yanlış anlayanlar çıkıyor. (Zaman çok kötüleşti demek, Allah’tan şikayettir. Çünkü, zamana söven beni cezalandırır. Ben zamanım) hadisi kudsisi vardır) deniyor. Zaman kelimesinin sanki tek bu anlamı mı var da böyle söyleniyor?

Zaman kelimesinin anlamlarından birkaçı şöyledir:
1- Vakit demektir. Olayları sıralamaya yarayan başı ve sonu belli olmayan mücerret kavram. Zaman akıp gidiyor gibi.
2- Çağ demektir. Osmanlıların ilk zamanlarında Türklerin itibarı yüksekti gibi.
3- Gün demektir. Zaman olur beni de anlayan çıkar gibi.
4- An demektir. Bir zaman durakladı, konuşmadı gibi.
5- Mevsim demektir. Şimdi hasat zamanı gibi.
6- Elverişli vakit demektir. Tam hücum etme zamanı gibi.
7- Yaşanılan devir demektir. Zaman çok kötü oldu, bilir bilmez herkes din adına ahkam kesiyor gibi.

* (Zaman sana uymazsa sen zamana uy sözü çok yanlıştır) deniyor.
Halbuki “Zaman sana uymazsa, sen zamana uy” sözü doğrudur. Zamana uymak, zamanın gerektirdiği hususlara uymak demektir. Zamanın değişmesiyle, örf ve âdete ait hükümler değişebilir. Nassa [Kur'an ve hadise] dayanan hükümler zamanla değişmez. Dine aykırı olmayan örf ve âdete ait hükümler değişirse, bunlara uymakta mahzur yoktur.

Mecellenin 39. maddesinde, zamanın değişmesiyle âdete ait hükümlerin değişeceği bildirilmektedir. Mubah olan âdetlerde ve fen bilgilerinde zamana uyulur. İbadetlerde zamana uyulmaz.

Herkes traktörle, kamyonla giderken, kağnı ile gitmek gerek diye ısrar edilmez. Fakat günah olan bir şey, herkes tarafından yapılsa, buna uyulmaz. Zamana ait işlerin değişmesine, zamanın değişmesi denmiştir. Böyle misaller Kur'an-ı kerimde de vardır. Mesela, (köy halkına sor) yerine, (köye sor) denilmiştir. (Yusüf 82)

Türkçede de, (şu sınıf tembel) denir. Burada anlatılan, sınıfın kendisi değil, oradaki talebelerdir. Zamana uymak da, zamanın icabı olan faydalı işlere uymak demektir. Zararlı, günah olan şeylere uyulmaz. Zamanı kötülemek de, o zamanda yaşayan kötü insanları tenkit etmektir. Yoksa zamanı yaratan Allah’ı kötülemek anlamında değildir.

*
(Din siyasete alet edilmez diyenler, Müslümanları uşak olarak kullanmak isteyenlerdir) deniyor.
Yani apaçıkça din istismarı normal görülüyor. Dini kullanarak, gerek şahsi, gerek siyasi menfaat veya nüfuz sağlama işine din istismarı denir. Koltuk kapmak, alkış toplamak, bir grup insanı peşine takmak gibi herhangi bir menfaat, Allah rızasından başka niyetlerle yapılırsa riya olur. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: İyi bil ki riya haramdır, riyakârı Allah sevmez. Hadis-i şerifte:
(Ahir zamanda dünya menfaati için dini alet eden, gösteriş yapanlar çıkar. Sözleri baldan tatlıdır. Bunlar kuzu postuna bürünmüş birer kurttur) buyuruldu. (Tirmizi)

Din alet edilerek elde edilen mal, mevki için şair der ki:
Şu mala, makama ola ki lanet,
Ona din veya ırz edile alet.


Dini siyasete, politikaya alet etmek, yahut başka zararlı maksatlar ve menfaatler için kullanmak, bir takım cahilleri, din ismi altında, tahrik etmek çok büyük bir günahtır. Allahü teâlâ, en çok bunu kötülemektedir. Din, tertemiz ahlak sahibi olmayı emreden, sırf merhamet, sevgi ve büyüklere itaat, küçüklere şefkat emreden, insanları doğru yola götüren Allahü teâlânın razı olduğu yoldur. Dini herhangi bir menfaate, mesela siyasete alet etmek, yahut başka zararlı maksatlar için kullanmak, bir takım cahilleri, din ismi altında, tahrik etmek çok büyük bir günahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Yazıklar olsun ilmini ticaret vasıtası yapan kötü âlimlere ki, devlet adamlarına yaklaşır ve kazanç temin ederler. Allah onların ticaretine kesatlık versin!) [Hakim]

Vaaz etmek, dini yazı yazmak, kitap çıkarmak, ancak Allah rızası için olunca, mevki, mal ve şöhret kazanmak için olmayınca faydalı olur. Aksine olursa çok zararlı olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hak teâlâ, Hazret-i Âdem’e bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Çocukların ve neslin, bu sanatlardan biri ile rızkını talep etsin! Sakın ola ki dini geçim vasıtası yapmasın! Dini kullanarak dünyayı talep edenlere yazıklar olsun!) [Hakim]

Peygamber efendimiz, (Kıyamet yaklaştıkça, fitneler çoğalır) buyururken, bazıları çıkıyor, (Fitne devrinde yaşıyoruz demenin dinde yeri yoktur) diyebiliyor. Fitne imtihan demektir. Anarşi, bozgunculuk, günah, şirk, bela ve daha başka manalara gelirse de, ekseriya bölücülük, bozgunculuk anlamında kullanılır. Abdülgani Nablusi hazretleri, (Fitne, müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir) buyuruyor. İmam-ı Birgivi hazretleri de, fitneyi böyle tarif etmiştir. Muhammed Hadimi hazretleri de fitneyi böyle tarif ettikten sonra (Fitne çıkarmak haramdır. Kur'an-ı kerimde, dinden saptırmak için fitne çıkaranların Cehenneme atılacağı ve fitne çıkarmanın adam öldürmekten daha kötü olduğu bildirilmektedir) buyuruyor. Fitne hakkındaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir.) [İbni Mace]

(Fitne ve karışıklık zuhur edince, katil [öldüren] olmaktansa, maktul [öldürülen] olmayı tercih et!) [Ebu Nuaym]

(Fitne zamanı saldırgan, evinize girerse,
[Maide suresinin 28. âyetinde bildirildiği gibi] "Beni öldürmek için sen bana elini uzatırsan da, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam" diyen Hazret-i Âdem’in oğlu [Habil] gibi ol!) [Tirmizi]

(Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Sabah evinden mümin çıkan, akşam evine kâfir olarak döner. Akşam mümin iken, gece imanları gider, kâfir olarak sabaha çıkarlar!)
[Ebu Davud]

Peygamber efendimizin bu sözlerine saldıranlara ne söylense azdır.

*
(Ne yapayım emir kuluyum demek yanlıştır. Allah’ın kulu olmalı, kulun kulu olmamalı) deniyor. Bir başka cahil de şöyle diyor: (Osmanlılarda, insan, Allah’ın değil, padişahın kuluydu. Onun için padişah, halka "Kullarım" derdi. Sultanlık sistemine karşı çıkmak, soylu mücadele vermektir) diyor.

Bazı kelimeler birkaç manaya gelir. Cümledeki yerlerine göre manaları değişir. Mesela Mevla kelimesi, yedi manaya gelir. Daha çok ilah, efendi, köle manasında kullanılır. (Mevla’nın rahmeti bol) cümlesindeki mevla, ilah manasındadır. (Mevlana Celaleddin)deki mevla da efendi demektir. Şimdi biri çıkıp da (Sen Celaleddine ilah dedin) diyemez. Bunun gibi kul kelimesi de mahluk, insan, köle, bende, emir altında bulunan, tâbi, mensup gibi manalara gelir. Şimdi birisi nezaket olsun diye (Bendeniz) dese, bende kul, köle demek olduğu için, (Sen karşındakine bendeniz demekle onu ilah yaptın) demek caiz olur mu? Padişahlar, sadık yardımcılarına "Kulum" derdi. Burada kul, "Sağ kolum” demektir. Sultana ait seçkin askerlere (Kapı kulu) denirdi.

*
(Allah’tan başkasına itaat etmek şirktir, kula kulluktur) deniyor.
Bu söz de çok yanlıştır. Çünkü Kur'an-ı kerimde, Allah ve Resulüne ve ülülemre de itaat edilmesi emrediliyor. Âlimlere, ana babaya itaat da dinimizin emridir. Bunlara itaat da Allah’a itaat olur. (Hadika)

*
(Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır sözüne hadis demek korkunçtur, Bayezid-i Bistamiye aittir) deniyor.
O zaman adama şu soruyu sorarlar: Bu korkunç sözü ne diye Bayezid-i Bistami hazretleri söylemiştir? Bir âlimin söylemesi o sözün kötü olmasını mı gerektirir? Burada şeyh, mürşid, rehber, üstad, öğretmen anlamındadır. Din ilimlerini hocasız öğrenmek kolay mıdır? Hele tasavvufu rehbersiz öğrenmek imkansızdır. Bayezid-i Bistami hazretlerinin bu sözü, korkunç olarak vasıflandırılıp niye beğenilmez ki? Burada tasavvuf düşmanlığı mı yapılıyor? Rehbere, üstada kızılır mı? Bir talebenin, ilim öğrenebilmesi ve doğru yolu bulabilmesi için, bir öğreticiye ihtiyacı vardır. Çünkü hadis-i şerifte, (İlim üstaddan öğrenilir) buyuruldu. (Taberani)
Kur'an-ı kerimde ise mealen, (Eğer bilmezseniz, bilenlerden sorun!) buyuruldu. (Nahl 43)

*
(Tesadüfen karşılaştık demek yanlıştır, tevafuk etti demelidir) deniyor.
İnsan, tesadüfen iyi kötü iş yapabilir. Tevafuk, birbirine uyma, uygun gelme demektir. İnsan sevmediği biriyle karşılaşınca, tevafuk etti demek tuhaf olur. Hiçbir dini kitapta rastlantı anlamındaki tesadüf yerine tevafuk kullanmak gerekir diye yazmaz. Tesadüf yerine tevafuk, nakli değil de, aklı esas alanların uydurduğu bir bid'attir. "Tesadüfen Ali Beyle karşılaştım" demek ve tesadüf kelimesini böyle yerlerde kullanmak caizdir. "Bu âlem tesadüfen yaratılmış, dağlar, denizler tesadüfen olmuştur" demek caiz olmaz. Çünkü her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Bu ikisini karıştırmamak gerekir.

*
(Bir şey için uğurlu, uğursuz demek cehalet kültürünün eseridir) deniyor.
Halbuki bu konuda Peygamber efendimizin sahih hadisleri vardır.
Uğur, iyilik getirdiği sanılan şey veya belirti, hayır, iyilik, bereket.
Uğursuz, kötülük ve zarar getirdiği sanılan şey.
Uğursuzluk, bir şeyi veya bir olayı kötüye yorumlamak.
Bir şeyin, bir günün veya bir yerin uğursuz sanılması, Yahudilikte vardır. Hıristiyanlıkta da, 13 rakamının uğursuzluk getirdiğine inanılır. Dinimizde ise, bir şeyi uğursuzluğa yormak yoktur. Fakat, (Şu iş veya şu ev bana uğursuz geldi) gibi sözleri söylemek caizdir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Müslümanlıkta uğursuzluk [bir şeyi kötüye yorumlamak] yoktur.) [Hadika]

(Bir şeyi uğursuzluğa yorma, hayra yor! Sizden biriniz, hoşuna gitmiyen uğursuzluk zannettiği bir şey görünce, şöyle desin: "Ya Rabbi! İyilikleri veren, kötülükleri defeden ancak sensin. La havle vela kuvvete illa bike.")
[Beyheki]

(Yumuşak muamele uğurluluk
[iyilik], çetin davranmak uğursuzluk getirir.) [Harâiti]

(Uğuru [hayrı] ve uğursuzluğu [şerri] en çok olan uzuv dildir.) [Taberani]

(Kötü huy uğursuzluk getirir.)
[Taberani]

Eskiden, Arabistan'da yolculuğa çıkarken, bir kuş uçururlardı. Kuş sağa uçarsa, uğurlu sayıp, yola devam ederler, kuş sola uçarsa, uğursuz sayıp geri dönerlerdi. Peygamber efendimiz bunu yasaklamış, (Kuşlara dokunmayın, yuvalarında kalsın!) buyurmuştur. (İ. Maverdi)

Bir olayı hayra yormakta ise mahzur yoktur. Çünkü Peygamber efendimiz, gördüğü şeyleri hayra yorardı. Hiçbir şeyi uğursuz saymazdı. (İ. Ahmed)

*
(Mavi boncuk tak nazar değmesin demek hurafedir, bâtıl bir inançtır, şirktir) deniyor.
Böyle söylemek çok yanlıştır. Boncuğun yaratıcı bir kuvvete sahip olduğuna inanmak şirktir. Fakat hangi müslüman, bir boncuğun yaratıcı gücü olduğuna inanır? Hadis-i şerifte, (Temime ve tivele şirktir) buyuruluyor. Manasız şeyleri veya küfre sebep olan rukyeyi okumaya Efsun denir. Efsunu veya nazarı bizzat önlediğine inanılan nazarlık denilen şeyleri, üzerinde taşımaya Temime denir. Şirinlik muskası denilen rukyelere Tivele denir. Rukye, okuyup üflemek veya üzerinde taşımak demektir. Rukye, âyet-i kerime ile ve hadis-i şerifle bildirilen dualarla yapılırsa buna Taviz denir. Taviz ise caizdir. Hadis-i şerifte (İlaçların en iyisi Kur'an-ı kerimdir) buyuruldu (İbni Mace)

Bid'at ehli, âyetlerle yapılan ve taviz denilen rukyeleri taşımaya bile şirk diyorlar. Ellerinde bir şirk çamuru, rastgele atıyorlar.
İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki: (Nazar değmemek için tarlaya kemik, korkuluk, hayvan kafası koymak caizdir. Bir kadın tarlasındaki mahsule nazar değmemesi için ne yapacağını sorunca, Resulullah (Tarlaya hayvan kafası as) buyurur. Bakan kimse, önce bunu görüp tarladaki mahsulü sonra görür.) [Redd-ül-muhtar c.5, s.232 ve 275]

Redd-ül-muhtar'daki bu yazıdan, nazardan korunmak için korkuluk, hayvan kafası, nazar boncuğu ve benzeri şeylerin temime olmayacağı, caiz olacağı pek açıktır. Bizzat nazar boncuğu veya hayvan kafası nazarı önlemez. Nazarı önleyen Allahü teâlâdır. Bakan kimse önce bunları görünce, gözlerinden çıkan zararlı şualar bunlara isabet eder. Nazarın gerçek olduğu âyet-i kerime ile sabittir. Hadis-i şerifte de (Nazar haktır) buyuruldu. (Müslim)

*
(Eğer o iki sene olmasaydı Numan helak olurdu sözü imam-ı a’zama ait değildir, uydurma bir sözdür. Tasavvuf olmadan da insan evliya olur) deniyor.
Maksat tasavvufu kötülemek. Tasavvuf düşmanlığı selefiler arasında çok yaygındır. Evliyaya, keramete düşmanlık yaparlar. Bilmeyenin bilmediği şeyleri düşmanlık yapması yadırganmaz. Atalarımız böyle kimseler için, (Kişi bilmediği şeylerin düşmanıdır) buyurmuşlardır.

Muhammed Masum hazretleri, Mektubat kitabında buyuruyor ki:
(Allahü teâlâyı tanımak iki türlüdür:
1- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi tanımak,
2-Tasavvuf büyüklerinin tanımaları.

 
  Bugün 40 ziyaretçi (100 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol